Comenius Project

Comenius Project
Portugal

Monday, March 7, 2011

Legends - Turkey

                                Süt Şişesi
Bir bilim adamının tıp konusunda yeni ve çok önemli buluşları olmuştu.Kendisiyle röportaj yapan gazeteci sordu:”Ortalama bir insandan nasıl üretken bir insan olduğunuzu anlatır mısınız bize ?”Bilim adamı:”2 yaşındayken annemle yaşadığım bir deneyim nedeniyle.” Diye yanıtladı soruyu.Sonra açıkladı:”Buzdolabından süt şişesini almaya çalışırken,şişe elimden kayıp yere düşmüş ve ortalık süt gölüne dönmüştü.Annem mutfağa geldiğinde,bana bağırmak,söylenmek yerine ya da cezalandırmak yerine, ‘Robert, ne kadar güzel bir hata yaptın!Daha önce bu kadar büyük bir süt göl görmemişti.Evet,olan olmuş.Şimdi birlikte burayı temizlemeden önce biraz yerdeki sütle oynamak ister misin?” dedi.Bende eğilip ,oynadım yere dökülen sütle.Birkaç dakika sonra annem:”Robert,böyle bir şey yaptığında,bunu senin temizlemen ve her şeyi eski haline getirmen gerektiğini biliyor musun?Bunu nasıl yapmak istersin?Bir sünger mi kullanalım,bir havlu mu ya da bez mi? Hangisini istersin?” dedi.Ben süngeri seçtim ve birlikte yere dökülen sütü temizledik.Daha sonra annem “Biliyor musun burada yaşadığımız olay,senin iki minik elinle bir süt şişesini taşıyamadığın kötü bir deneyimdi.Şimdi arka bahçeye çıkalım ve şişeyi sütle doldurup ,senin dolu bir şişeyi düşürmeden taşımanı sağlayalım.”dedi.Böylece şişeyi boğazından iki elimle tutarsam,düşürmeden taşıyabileceğimi öğrendim.Ne kadar güzel bir ders değil mi?Daha sonra,o anda bir hata yaptığım zaman bundan korkmamam gerektiğini öğrendim.Yapılan hataların yeni bir şeyler öğrenmek için çok güzel olanaklar olduğunu anladım.İşte bilimsel araştırmalardaki deneyler başarısız olsa bile,o deneyden çok değerli bilgiler elde edilir.

Mahmut Furkan AYGÜN

 

                                                   Bir Hikaye
Günün birinde çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.Bu durum ilk önceleri arkadaşlık olarak devam eder.Gel zaman git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki mutluluktan içi içine sığmaz.
Çiçek anlar ki suya aşık olmuştur.İlk kez aşık olan çiçek suyun hatırına etrafa güzel kokular saçar.Öyle zaman gelir ki su da içinde çiçeğe karşı bir şeyler hissetmeye başlar.Çiçeğe aşık olduğunu zanneden su,ilk defa aşık oluyordur.Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek”acaba su beni sevmiyor mu?” diye düşünmeye başlar.Çünkü su pek ilgilenmez çiçekle.Halbuki çiçek alışkın değildir,böyle bir sevgiye.
Çiçek dayanamaz ve suya ,”seni seviyorum”der.Su, “bende seni seviyorum”diye karşılık verir.Aradan zaman geçer ve çiçek yine suya,”seni seviyorum” der.Su da ona ,”söyledim ya bende seni seviyorum” der.
Gün gelir çiçek hastalanarak yataklara düşer.Çiçeğin artık,rengi solmuş çehresi sararmıştır.Su da çiçeğin başında bekler ona yardımcı olmak için.Çiçeğin öleceği bellidir ve son kez zorlukla başını döndürerek suya der ki,”seni ben gerçekten seviyorum”. Çok hüzünlenir su.Bu durum karşısında son çare olarak çiçeği kontrol ettirmek için doktor çağırır.Muayeneden sonra sonra doktor şöyle der:”Hastanın durumu ümitsiz artık elimizden bir şey gelmez.”Su sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalığı merak eder ve doktora sorar.
Doktor,yukarıdan aşağı bir bakar suya ve der ki:”Çiçeğin bir hastalığı yok dostum,bu çiçek sadece susuz kalmış,ölümü onun için.” Der.
Su anlar ki sevgiliye sadece,”seni seviyorum” demek yetmez.

Mahmut Furkan AYGÜN

 

 

  DENİZYILDIZI

Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder gibi hareketler yapan birini görür. Biraz yaklaşınca, bu kişinin sahile vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır:

—Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun? Genç adam yanıtlar:
—Birazdan güneş yükselip sular çekilecek. Onları suya atmazsam ölecekler. Yazar sorar:
—Kilometrelerce sahil, binlerce denizyıldızı var. Ne fark eder ki? Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı daha alır, okyanusa fırlatır ve ekler:
—Onun için fark etti ama!


Hayallerinize kavuşacaksınız ,
yeter ki onlara sahip çıkın

 Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle çocuğun ortaöğretimi kesintilere uğramıştı. Orta ikideyken öğretmeni, büyüdüğü zaman ne olmak istediğini bir kompozisyon halinde yazmasını istedi.
Çocuk bütün gece oturup, günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi. İki gün sonra öğretmen ödevi geri verdi. Kâğıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir “sıfır” ve “Dersten sonra beni gör” uyarısı vardı.
Çocuk öğretmenine merakla sordu:
—Neden “sıfır” aldım?
Öğretmeni:
—Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal dedi, paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkânsız. Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm.
—Çocuk evine döndü, bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini öğretmenine hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü.
—Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin, “ben de hayallerimi” … O, orta 2. sınıf öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı.
Aynı öğretmen, geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi. Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine:
—Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken, hayal hırsızıydım. O yıllarda öğrencilerimden pek çok hayal çaldım. Allah’tan ki sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın.


                                                     İLETİŞİM
Bir gün insan virgülü kaybetti;o zaman zor ve uzun cümlelerden korkar oldu ve basit cümleler kurmaya başladı.Cümleleri basitleştirince düşünceleri de basitleşti.Sonra ünlem işaretini kaybetti;alçak bir sesle ve ses tonunu değiştirmeden konuşmaya başladı.Artık ne bir şeye kızıyor,ne de bir şeye seviniyordu.Hiç bir şey onda en ufak bir heyecan uyandırmıyordu.Bir süre sonra da soru işaretini kaybetti ve artık soru soramaz oldu.Hiç bir şey onu ilgilendirmiyordu;ne evren, ne dünya, ne de kendisi artık umurundaydı.Bir kaç yıl sonra iki nokta üst üste işaretini kaybetti ve olayların nedenlerini başkalarına açıklamaktan vazgeçti.Ömrünün sonuna doğru elinde yalnız tırnak işareti kalmıştı.Kendine özgü tek düşüncesi yoktu.Yalnız başkalarının düşüncelerini aktarıyordu.Düşünceyi unuttu ve böylece son noktaya eri

 KİBRİT ÇÖPLERİ

 Kibrit çöplerini insanların yaşantılarına benzetirler. Kibrit kutusu ise insanın yaşadığı toplumu ifade eder bir bakıma.
Bazı kibrit çöpleri vardır bir amaç için yanarlar, kimi bir sigara yakar, kimi bir ocak…
Kimi boş yere yanıp tükenir hiçbir işe yaramadan.
Kimi ise bir ormanı, bir evi, büyük bir alanı yakar kül eder, kendisiyle birlikte.
Kibrit kutusunu açıp baktığınızda hepsi aynı gibi gözükse de birbirinden farklı kibrit çöpleri vardır.
Bazıları yanamayacak kadar incedir. Yakarken kırılır zannedersiniz ama bilir misiniz en iyi onlar yanar.
Bazıları da epeyce kalındır, zannedersiniz ki yanınca yeri göğü yakacak ama yakınca bir bakarsınız foss diye bir ses çıkarır kendisini bile yakamaz. Sadece ucundaki kimyasal madde alev bile almadan kararır gider.
Kimileri eğri büğrüdür ama yine de bir kibrit çöpünden beklenen fonksiyonları eksiksiz yerine getirirler.
Her zaman en üstteki kibrit çöpleri ilk önce yanar.
Bir büyüğümüzün çok sevdiğim bir lafı vardır? Bir ağaçtan binlerce kibrit çöpü çıkar, bir kibrit çöpü bir ormanı yakar?
Yanıp bitme hayatın bitmesi gibidir, ucundan başlar yavaş yavaş dibine doğru, sonunda kapkara bir şey kalır.
İşte insan yaşamı da bu kibrit çöplerine benzer.
Kimi insanlar vardır kötü işler yaparlar, orman yakma misali,
Kimi insanlar vardır kendinden beklenileni asla yerine getiremezler,
Kalın kibrit çöpü gibi kendi kendilerini yok eder giderler,
Kimi insanlar vardır bir lambanın fitilini yakarlar kendileri yok olup gitse de ışığı kalır.
Eğri ve kırık kibrit çöpleri gibi sakat insanlar vardır aramızda yaşayan,
Onları şekilleriyle değil; işlevleriyle değerlendirmeliyiz neyi yaktığına bakmalıyız.
Kibrit kutularını içinde yaşanılan topluma benzetmiştik;
Islak bir kutudaki kibriti istediğin kadar uğraş yakamazsın,
Demek ki içinde yaşanılan toplum insanı istemese de çok etkiler.
Bazı kibrit çöpleri de aykırı insanları ifade eder tüm kibrit çöpleri aynı yöne bakarken onlar tam tersine bakar kutuda.
Kutu açıldığında ilk önce onlar göze çarpar ve herkesten önce yanarlar. Aykırılık başa beladır.
Bazı kibrit çöpleri birbirine yapışmıştır dikkat edersiniz onlar da kafadar insanlar gibidirler kanka misali,
Biri yanınca diğeri de yanar. Ama en tehlikelisi kendiyle birlikte kutuyu da yakan kibrit çöpleridir.
İçinde bulundukları toplumu çökertirler. Bazı kibrit çöplerinin ucunda kimyasal maddesi yoktur.
Ne yaparsa yapsınlar yanamazlar. Toplumun içerisinde ot gibi yaşar giderler. Toplum nereye onlar oraya.
Acaba siz hangi tür kibrit çöpüsünüz ?!

No comments:

Post a Comment